
PLÜTON MİTOLOJİSİ
Plüton’un Astrolojideki temel fonksiyonu dönüşümdür, derinlerden gelen bilgeliği temsil eder, bu dönüşüm organizmada uyumsuz, istenmeyen veya gerilim yaratan unsurların atılması, yıkılması ve tamamen yeni unsurların oluşturulması ile yapılır.
Plüton, Yunan mitolojisinde Hades olarak geçer ve Latincede karşılığı Orcus’dur. Yunanca “Hadou domos” Hades’in evi, konağı anlamındadır ve eski Yunanlılarda Hades ismi Tartaros ile eş anlamda kullanılırdı. Yeraltı zenginliklerinin ve değerli madenlerin sahibi olan Hades çok zengin olduğu için Romalılar onun adını varlıklı anlamına gelen “Plüton” olarak anmışlardır. Krallığına oldukça düşkün olan acımasız Hades, hükmettiği bu yerden yeryüzüne nadiren çıkar. Plüton ve Hades birbirinin aynı özelliklere sahip tanrılardır. İkisinin de pek çok ortak özelliği vardır, yeraltı dünyasının tanrısı olmaları, kardeşleri ve kardeşlerinin yönettikleri yerler benzerdir. Her iki tanrıda çok zengin olmalarına rağmen diğer tanrı ve tanrıçalar gibi kaprisli değildir ve gösterişten hoşlanmazlar. Roma mitolojisinde Plüton diğer âlemi yöneten tanrı olmasından dolayı kötü görülmemiş aksine olumlu olarak anlatılmıştır.
Bir diğer en güçlü Plüton efsanesi Yunan mitolojisinden ziyade eski Mezopotamya mitlerinde bahsi geçendir. Bu efsane, tanrıça Isthar’ ın yeraltına inişi ile ilgilidir. Isthar Babil ismidir ve aynı hikâye Isthar’ ın Sümer karşılığı olan “Inanna” için de anlatılır. Isthar, sevgilisi Tammuz’ un ölümü sebebiyle yas tutmaktadır. Yeraltı yolculuğuna sevgilisini geri getirebilmek için başlamıştır. Ölüler diyarına giden tüm kapılardan başarıyla geçmiştir. Her yeni bir kapıya ulaştığında gardiyanlar sahip olduğu şeylerden istemektedirler, mücevherlerini, tacını vs. En sonunda giysilerinden de vazgeçmiştir. Aşk Tanrısı Istahar, neticede yeraltı kraliçesinin tahtına ulaştığında artık tamamen çırılçıplaktır
Bir adı da Aidoneus olan Hades, Zeus( Jupiter) ve Poseidon (Neptün) gibi vahşi Kronos’un ( Satürn) oğludur. Onu da babası yutar fakat kardeşi Zeus tarafından kurtarılmıştır. Kronos’ un üç oğlu babalarının miraslarını paylaştıkları zaman Hades toprağın altını, ölümün hüküm sürdüğü hüzün diyarını kendine pay olarak aldı. Daima zifiri karanlık bir gecenin içinde, anlaşılmayan kederli bir âlemde yaşayan ve kendisini görünmez kılan bir miğfer taşıyan Hades, ölüler diyarının tanrısıdır. Ona görünmez, vahşi, titiz, söz anlamaz, katı yürekli, zalim Hades de denirdi. Konağı büyük bir otel gibi her gelene açıktı. O Hermes’ in, ölümün veya uykunun toplayıp cehenneme kadar getirdiği ruhları alır, mor bir sürü gibi önüne katar, yeraltının karanlık dehlizlerine doğru sevk ederdi. Yeraltında bulunan sayısız ruhlar ordusunun komutanı, hükmünü yürüttüğü karanlık diyardan yalnız bir defa Demeter’ in kızı Persephone’yi kaçırmak için yeryüzüne çıkabilmişti. Diğer büyük tanrıların yaptığı seyahatler onun hiç yapamayacağı şeylerdir.
Hades cehennem sarayına ezelden ebede kadar kapanmış kadınsız ve aşksız yaşayan bir tanrıydı. Zorla kaçırıp kendisine eş edindiği Persephone bile, her mevsimde onun yanında bulunamıyordu. Bununla beraber yalnızlıktan canı sıkılan Hades, bir iki defa çok sevdiği Persephone’ ye ihanet etti. O bir ara, cehennemde akan ve “Izdırap nehri” olan Kokytos’ un perisi Menthe’ ye gönül vermişti. Yine Hades Okeanos’un kızlarından Leuke’ yi yeraltına çekti. Fakat güzel Leuke güneşsiz yaşayamadı ve hazin bir şekilde genç yaşta öldü.
Eski Yunanlıların inancına göre ruhlar vücudu terk edip yer altına gittikleri zaman, eski şahsiyetlerinden sönük ve solgun bir hayal kalırdı. Onlar yarı şeffaf ve dokunulduğu zaman hissedilemeyecek derecede ince bir hâle gelirlerdi. Fiziksel görünüşleri böyle olan ruhların manevi varlıkları da kaybolmuştu. Cesaretleri, düşünme güçleri ya da zekâları yoktu. En cesur ve zeki bir gencin ruhunu bile yumuşak bir hayvan gibi zebaniler çeker götürürlerdi.
İlk zamanlardaki insanların düşüncelerine göre cehennemler, ruhlar için karanlık bir inziva gâh sayılırdı. Yalnızca ağır suçlular cezalara çarptırılırdı. Aradan zaman geçince bu düşünce değişti. Cehennemler sadece ruhların dolaştıkları bir yeraltı labirenti değil herkesin dünyada işlediği suçlara göre yargılandığı ve ceza gördüğü bir yer olarak kabul edildi.
Cehennem yeraltında çok karanlık ve muazzam bir alandı. Ölüm tanrısı, Thanatos veya Hypnos tarafından taşınan yahut Hermes yardımı ile sevk edilen ruhlar Styks boğazından geçip yeraltına inerlerdi. Hades’in hükümdarlık ettiği bu karanlık yeraltı âlemi adeta birçok kısımdan oluşan uçsuz bucaksız bir hapishane gibiydi. Hades’ in kapıları oraya gelmek için acele eden sayısız ruha daima açık fakat oraya girmiş olanlar için ebediyen kapalıydı.
Yeraltının tunç kapısı Kerberos denilen korkunç bir köpek tarafından korunmaktaydı. Yılan kuyruklu, üç başlı olan ve her zaman pusuda bulunan bu iğrenç köpek kapıdan girmek üzere olan ruhlara şaklabanlık eder tabiri caizse yaltaklanırdı. Hâlbuki içeri girenlerden herhangi birisi kaçmak istese kudurmuş gibi havlayarak onların üzerine atlar üç çenesi ile birden yakalayarak simsiyah dişlerini geçirir ve kapıdan içeri sürüklerdi.
Yeryüzünde ölümün tırpanı ile biçenler, Hades’ in hükmü altına girerler, onun servetine servet katarlardı. Hermes tarafından sevk edilen ruhlar, sürü halinde yeraltı âlemine gelirlerdi. Bu hüzünlü yere girer girmez ruhlar, önce yalçın kayalar arasından akar, donmuş su birikintilerinden, kaynayan katran göllerinden ve korkunç rüzgârlarla çalkalanan gölcüklerden geçen bir nehirle karşılaşırlardı. Bu iğrenç ve hiddetli nehrin adı Akheron yani acılar nehridir.
Çok uzaktan onlar Pynphlegethon’ un saçtığı alev sellerini görürler ve günahkârların gözyaşlarından doğan Kokytos’ un inleyen müthiş feryatlarını işitirler, insana bulantı veren iğrenç ve pis kokulu Styks’ in vahşi gürültülerini duyarlardı. Bu ırmakları geçmek için ruhlar Kharon’ un gönderdiği siyah bir kayığa binerlerdi. Bununla beraber bütün ruhlar, alev saçan cehennemin pis bataklık sularından geçmeye muvaffak olamazlardı. Çamurlu sakallı bu ihtiyar kayıkçı, kendisine ücret vermeyenleri ve mezardan mahrum olan ölülerin ruhlarını acımadan kürek darbeleriyle kovar, kayığına almazdı. Fakir ve mezarsız ruhlar, tam yüz sene bu fena kokan, iğrenç nehrin kenarında serseri gibi dolaşırlar, boş yere, ümitsizce bulundukları nehrin bir kenarından öteki kenarına doğru kollarını kaldırarak feryat ederlerdi.
Bu yüzden cehennem kayığına binerken geçiş ücreti vermesi için ölülerin ağızlarına, mezara bırakmadan önce para koymak Yunan halkı arasında adet olmuştu. Ruhlar dört cehennem ırmağını geçtikten sonra, nihayet baştanbaşa solmuş çiriş otları ile kaplı hazin bir çayırlığa vasıl olurlardı. Mütemadiyen vahşi bir kuzey yeli ile dövülen bu sıkıcı ve kederle dolu çayırlığın sonunda üç yol birleşirdi. O yollardan biri o bölgenin yani pis çiriş otu çayırlığının yolu idi. İkinci yol “mesut insanlar diyarının” yani cennetin yoluydu. Üçüncü yolsa cehennemin dibine giden yoldu. Bu üç yolun birleştiği yere “hakikat meydanı” derlerdi. Orada insanların kalplerinden geçenleri bile sezen hafızası hiçbir şeyi unutmayan, her şeyi anlayan ve gözünden hiçbir şey kurtulmayan tanrı Hades’ in muhteşem tahtı önünde, ruhlar yargılanırdı. Onun Eakos, Minos, Rhadamanthys adlarını taşıyan üç yardımcı yargıcı vardı. Onlarda tanrının etrafında yüksek sandalyelerde otururlardı. Ellerinde altın değnek bulunurdu. Ruhlar yargılanırken Hades’ e yardım ederler ve suçluları cezalandırırlardı. Ruhlar dikkatle birer birer tartılırlar, bu suretle suçlular belli olurdu. Hiçbir suç hoş görülmez cezasız bırakılmazdı. Eriny olarak adlandırılan kanatlı, yılan saçlı olan bu cehennem perileri, günahkâr ruhları alev saçan meşaleleri ile gizlendikleri yerden çıkarır, kırbaçlayarak yargıcın önüne getirirdi. İyi kalpli insanların, yeryüzünde kimseyi incitmeyen ruhları cennete giderdi. Cinayet işleyen ve kötü ameller yapan kişiler ise sonsuza kadar cehenneme atılırdı.
Astrolog Nurgül DÜZENLİ